MİNE
Mine uyandı Pencereyi açtı, gözlerini pencereden uzaklara sürükledi.
Dünyada aşka âşık bir o vardı sanki. Yağmur yağmaya başladı. Pencereyi kapattı. Damlalar
cama vururken sıcak kahvesinden bir yudum aldı.. Yağmurun dünyayı arındırdığını
düşünürdü.. Gökyüzünün insanlığa verdiği arınma ödülüydü bu belki.
Damlalar camdaki tozları aşağı akıtıyordu camı yeleğinin koluyla sildi, dışarıya baktı
Cam tertemiz,
Üzerine sarı yağmurluğunu alıp lastik çizmelerini geçirmişti bile.
Kendini yağmurun altında dans ederken buldu, sabahın altısında. Hayat ne garip pencerenin
çamurunu akıtıp, yaprakları sürükleyen yağmur Mineyi mutlu ediyordu çünkü ruhu yağmur
kokusunda arınıyordu. Yağmurluğunu çıkarıp koşmaya başladı yapraklara basa basa
koşuyor, ıslanıyordu. Yaşamayı hissediyordu. Tek kötü olan şey havanın isiydi. Toprak
kokusu burnundayken yürümeye başladı, yeşilin her tonu farklı görünüyordu bu sabah.
Aslında her sabah ona farklıydı. Kendince anlamlar bulup çıkarırdı sandığından. Sudaki
bulanık yansımasına bakıp gülümserken insanların onu görebileceği aklına geldi.
Banane demeyi bir türlü öğretememişti kendine, bazen dese bile çoğu zaman hastalıklı
toplum kuralları ve onun dayatmaları kendini başkası gibi yaşamaya iterdi. Evinin yakınındaki
parkta durup ıslak salıncağın zincirlerini tuttu. Çocuk olmak herkesin hakkıydı anlayana
bakmasını bilene. Sallandıkça toprak kokusunu içine çekiyordu. Yere bakıp iç geçirdi
izmaritler, çöp bu kadar zor olmamalı insanca yaşamak. Çöpü çöpe atmak. Gitgellerle
savrulurken içimizdeki sesi durduramıyoruz bu çöpler onun eseri dedi.
Eve dönüş yolu başladı, bazı evlerde kaynayan su sesi dışarıya kadar gelmeye başlamıştı.
İnsanlar uyanıp dünyayı bunaltmaya başlamıştı bile dedi. O yoğun düşünceler, sesler
mutsuzluklar, her şey vardı sabahları. Nadir insanlar gülmeyi ve şükretmeyi bilirdi. Şükretmek
neydi dedi?
Şükretmek, teşekkür etmek gibi bir şeydi. Mutlu olduğun için görülmeyene varlığından bir
haber olduğuna teşekkür ederdi insan. Bunun adı herkeste farklıydı. İnananlar inanmayanlar
bir sürü çeşit insan vardı herkesin insani önyargıları farklıydı. Mine ise en çok vicdanına
bakıyordu insanın. İnsanın hem vicdanlısı hem sorgulayanı özeldi. hep dağınık düşünüp
dağınık algılardı hayatı. Herkes bir şeye ya teşekkür eder ya küfrederdi. Mine neye teşekkür
edeceğini bilemedi bu sabah, oda gökyüzüne teşekkür etti. Mavinin her tonunu ona tattırdığı
en sevdiği renk tonlarını ona getirdiği için. Gökyüzü umutların eviydi. Kuşlar uçtuğu sürece
yaşam devam ederdi. Kuşlarla birlikte hayaller uzaklara gider, Kuşlarla birlikte insanlar özgür
olurdu dedi
Kuşlar birbirleriyle konuşmaya başlamıştı, ahenkle şarkı söylüyorlardı. gökyüzünün getirdiği
her renge. Kalbi olan her şeye.
Kalp herkeste var ama bazılarında sadece bir organ
Kalp daha soyut bir kavram
Kırılgan hassas önemli.
İnsanlar dedi ‘kendi kalbini düşünmeyip başkalarınınkini sevmeye çalışıyor’
İnsanlar kendini sevmeyip başkalarının yarattığına dönüşüyor.
Düşüncelerini ona göre şekillendiriyor. Onu sevdiğini sanıyor. Onun onu sevdiğini sanıyor.
İnsanlar değiştirdiklerini seviyor, değiştirmediklerinden kaçıyorlar dedi. İnsanların kalpleri
taşlaştığını düşünürdü bazen.
Bazen kendi bile öyle olduğunu düşünürdü. TAŞ.
Düşünceleri, fikirleri, hissettikleri koca bir taş bazıları ufalar öyle gider bazıları kenarı bırakır
dedi
En çok sevdiği kırınca taşa dönüşür insan
En çok o zaman boş, donuk, yersiz ve hissiz bakar.
O an başka anı yaşar, görür ve hissederdi.
Yağmur, çamur, salıncak.
Hayatın gerçekleri bunlardı.
Biri arındırır, biri bular biri güldürür ha bir de susatır.
Biri kapkara yapar elleri kimini yine arındırır.
Kimi yağmura yüz çevirmiş dedi.
Kendi bataklığı olan kendi sonunu hazırlar, bu hep böyleydi.
Arınmayı bilmeli insan ara sıra çıkıp silinmeyi
Ara sıra aramayı kendini, sevdiğini, kırdığını dedi.
Bir kelebek gelip eline kondu. Kelebekleri çok severdi.
Herkes bir gün yaşadığına inanır kendini kandırırdı o biliyordu.
Kelebek olması gereken en iyi olunca ölüyordu.
Tüm süreçlerin mükemmel bir sanat eseri, kelebek tüm güzelliğiyle yanından ayrılıp uçmaya
devam etti.
Yumurta, tırtıl, pupa, kelebek bu sıralamayı yaptı içinden.
Acaba en çok hangi döneminden sıkılmıştır, acaba o bu kadar güzel olduğunu biliyor mu tırtıl
dönemini hatırlıyor mu?
Keşke ona sorabilseydi ama ne yazık ki kelebek çoktan uçup gitmişti.
Hayatın o an uçup gittiği gibi.
Bazen her şeye geç kalırdı, kendine bile. Ne zaman kendime geç kalıyorum, hangi yönüm
eksik diye aklından geçirirken ‘çoğul’ dedi. Tek değil bir çok şey vardı hayata dair
cevaplanmamış, tamamlanmamış sorgulanmamış yönler
O abartarak severdi, gülerdi ve abartarak giderdi. Son zamanlarda insanlarda ondan
abartarak gitmeye başlamıştı. Sevgiyi büyütmek yerine yalnızlıkla kendini büyütüyordu bu
aralar.
Öylesine yalnız ve kimsesizdi ki insanın insanlığına susar bir hali vardı.
Montu çamura bulanmıştı içinden yine aynı kelimeleri geçirdi
Yağmur, çamur, salıncak
Herkes yine de arınmayı bilmeli günü gelince kalbindeki çamuru silmeli dedi.
Çamurlu kalpler her yere çamurunu bulaştırırdı.
Sevgisizliğin virüsü, kötünün pisliği o kadar lanet ki dedi içinden, sarmaşık gibi dönüp duruyor
insan sonra kendine dolanıyordu.
Akrep gibi sokmadan gerçeğine dönmeli dedi.
Akrep gibi ölmemeliydi kimse.
İnsanların beynine girebilmeyi dilerdi, onlarda bu kadar konuşuyor bu kadar sorguluyor mu
acaba diye düşünürdü. Düşünceleri sadece boştu sanki hiçlik.
İnsanlara anlatmayı düşündü birçok kez sonucu hep hiçti.
Aynı frekansı ararken kayboluyordu,
Ona göre insanlar radyo gibiydi. Bazıları sadece bazı şehirlere bazı yerlere özeldi
Sende bana özelsin diye mırıldandı. Olmayanın varlığına bir kez daha aşkla.
O aşkı âşık gibi beklerdi.
Hiç odaklanamadı hayata, hiç o anda kalamadı. Bazen o anlar geldi ama o anları bile
sorgulardı.
Güzel anları geçmiş ya da gelecekle savurarak yok ediyordu.
Yürümeye devam etti, düşünmeye, olur olmadık şeyleri sorgulamaya ama hiç bir yerde
kalamadı.
O gelene kadar yönsüzdü, mıknatısı bozulmuş pusuladan farksızdı.
Evin yolunu çok iyi bilse de farklı yollarda kaybolurdu. Farklı düşünce, farklı ev, farklı
saatlerde bulurdu kendini. Bazen hiç olmadığı kadar sabah bazen en karanlık geceden
karanlıktı. Onun aydınlığı, karanlığı kendineydi.
Bugün hangi yolda kaybolmuştu çözemedi. Bazen birileri gelir seni çözdüm derdi. Anlatsana
o zaman derdi. Çünkü hala o kendini çözememişti.
Mine sordu. Ben kimim, neyim, neredeyim.
Ne olursa olsun bunların cevaplarını vermeli insan dedi. Yorgun olduğun anlarda,
umutsuzsan, sevgiyi bulamadığını varsayıyorsan sor kendine dedi.
Kendine sordu yanıt yok.
Neydi, kimdi. Bunları akşam düşünürüm şimdi yeşili sevmeliyim dedi. Bazıları yeşili
anlamazdı, bazıları maviyi hissetmezdi, bazıları yağmuru istemezdi dedi.
Ben bu renkler için ne yapıyorum?
Mavinin mavi, yeşilin yeşil, insanın insan kalması, evcilleşmesi için ne yapmalıyım dedi.
bir gün gerçek olsa yeşil yeşil, mavi mavi kalsa dedi.
Hissettiğini varsayarak değil tüm gerçekliğiyle kabul edip duygularımızı anlasak
Hissi hisseden beynim, yaşayan beynim, yanlış anlayan varsayan beynim, tüm sorunlusu
benim. Doğrular değişir, gerçekler hep aynıdır dedi. Bu söz neyi anlatırdı tam bilmese de
söyledi bazı sözler anlamlı gibi görünen kara deliklerdir. Bizi kendi içine çekip kaybettirir o
bunu bilse de kayboluyordu.
Hem yalnız hem yalın hem duruydu bugün..
Ruhunu tamir etmeyi çok bilirdi ya da sadece avutmayı.
Bugün de kendini tamir ediyordu ama bazı yaraların izi çok yoğundu.
Bazı yaralar dedi durdu anahtarı deliğine takıp evine girdi.
Bir bardak su içip pencerenin kenarında yerini aldı.
Yağmur pencerenin kirini akıtsa da çamur oradaydı.
Birinin onu temizleyip arındırması gerekiyordu.
Kendi zihnini düşüncelerini arındırdığını düşünürken bir kez daha anladı.
Her şey orada. Her şey bulanmış tüm kirler birbirine karışmış. Aklında birden o ilk kırıkları
geldi. Sonra ikinci. Arkadaşları dostları aşkları..
Zihninin içinde dönen çamurlarda buldu kendini, keşke çömlek ustası olsaydı. Belki o
çamurları düzeltmeyi bilirdi. Bazı insanların içleri o kadar kuraktı ki çölleri hep onlarla
beraber ıssızlıkları ve sevgisizlikleri yüzünden tüm bencillikleri kötülükleri
Mine ağladı
Yağmur neler hatırlattı. Çamurlar bir kere bulaştı her yerine.
Duş almak için banyoya gitti.
Aynaya bakarken saçlarından yağmur damlaları, gözlerinden geçmiş çamurları akıyordu.
Üstünü çıkardı. Aynaya uzun uzun baktı. Boşluğa bakıyordu sanki.
Duşa girdi yine su damlaları bu sefer ılık ılık
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Hayat neden böyleydi anlamsız soğuk ve ıssız.
Ama duş sıcaktı.
Bornozunu giyip evde çıplak ayak dolaşmaya başladı.
En sevdiği şarkıyı açıp dinlemeye başladı.
Akvaryumdaki balığına yem verdikten sonra suyun üzerinde elini gezdirdi. Akvaryumdaki
balıkları her zaman insanlara benzetirdi. Sokaklarda, mahallerde, şehirlerde aynı döngüde
yaşayan insanlara O minik akvaryumda yaşayan balıklar bile bizden çok daha şanslıydılar.
O akvaryum boyu yüzer dururlardı.
Bizim akvaryumumuz onlarınkinden büyük ama biz hep aynı yerdeyiz deyip iç geçirdi.
Kocaman dünya da minik sınırlarda yaşıyoruz, benim akvaryumumun büyüklüğü ne kadar
acaba kaç kilometreyi soluyorum içime, özgürlüğü ne kadar çekiyorum ruhuma?
Bir evde, bir şehir de tutsaktı bazı anlar gidip gelse de, döngüler aynı
Hızlıca giyindi, ağzına karanfil atıp evden çıkarken geride duvarlara çarpan düşünceleri
kalmıştı.
...
Dünyada aşka âşık bir o vardı sanki. Yağmur yağmaya başladı. Pencereyi kapattı. Damlalar
cama vururken sıcak kahvesinden bir yudum aldı.. Yağmurun dünyayı arındırdığını
düşünürdü.. Gökyüzünün insanlığa verdiği arınma ödülüydü bu belki.
Damlalar camdaki tozları aşağı akıtıyordu camı yeleğinin koluyla sildi, dışarıya baktı
Cam tertemiz,
Üzerine sarı yağmurluğunu alıp lastik çizmelerini geçirmişti bile.
Kendini yağmurun altında dans ederken buldu, sabahın altısında. Hayat ne garip pencerenin
çamurunu akıtıp, yaprakları sürükleyen yağmur Mineyi mutlu ediyordu çünkü ruhu yağmur
kokusunda arınıyordu. Yağmurluğunu çıkarıp koşmaya başladı yapraklara basa basa
koşuyor, ıslanıyordu. Yaşamayı hissediyordu. Tek kötü olan şey havanın isiydi. Toprak
kokusu burnundayken yürümeye başladı, yeşilin her tonu farklı görünüyordu bu sabah.
Aslında her sabah ona farklıydı. Kendince anlamlar bulup çıkarırdı sandığından. Sudaki
bulanık yansımasına bakıp gülümserken insanların onu görebileceği aklına geldi.
Banane demeyi bir türlü öğretememişti kendine, bazen dese bile çoğu zaman hastalıklı
toplum kuralları ve onun dayatmaları kendini başkası gibi yaşamaya iterdi. Evinin yakınındaki
parkta durup ıslak salıncağın zincirlerini tuttu. Çocuk olmak herkesin hakkıydı anlayana
bakmasını bilene. Sallandıkça toprak kokusunu içine çekiyordu. Yere bakıp iç geçirdi
izmaritler, çöp bu kadar zor olmamalı insanca yaşamak. Çöpü çöpe atmak. Gitgellerle
savrulurken içimizdeki sesi durduramıyoruz bu çöpler onun eseri dedi.
Eve dönüş yolu başladı, bazı evlerde kaynayan su sesi dışarıya kadar gelmeye başlamıştı.
İnsanlar uyanıp dünyayı bunaltmaya başlamıştı bile dedi. O yoğun düşünceler, sesler
mutsuzluklar, her şey vardı sabahları. Nadir insanlar gülmeyi ve şükretmeyi bilirdi. Şükretmek
neydi dedi?
Şükretmek, teşekkür etmek gibi bir şeydi. Mutlu olduğun için görülmeyene varlığından bir
haber olduğuna teşekkür ederdi insan. Bunun adı herkeste farklıydı. İnananlar inanmayanlar
bir sürü çeşit insan vardı herkesin insani önyargıları farklıydı. Mine ise en çok vicdanına
bakıyordu insanın. İnsanın hem vicdanlısı hem sorgulayanı özeldi. hep dağınık düşünüp
dağınık algılardı hayatı. Herkes bir şeye ya teşekkür eder ya küfrederdi. Mine neye teşekkür
edeceğini bilemedi bu sabah, oda gökyüzüne teşekkür etti. Mavinin her tonunu ona tattırdığı
en sevdiği renk tonlarını ona getirdiği için. Gökyüzü umutların eviydi. Kuşlar uçtuğu sürece
yaşam devam ederdi. Kuşlarla birlikte hayaller uzaklara gider, Kuşlarla birlikte insanlar özgür
olurdu dedi
Kuşlar birbirleriyle konuşmaya başlamıştı, ahenkle şarkı söylüyorlardı. gökyüzünün getirdiği
her renge. Kalbi olan her şeye.
Kalp herkeste var ama bazılarında sadece bir organ
Kalp daha soyut bir kavram
Kırılgan hassas önemli.
İnsanlar dedi ‘kendi kalbini düşünmeyip başkalarınınkini sevmeye çalışıyor’
İnsanlar kendini sevmeyip başkalarının yarattığına dönüşüyor.
Düşüncelerini ona göre şekillendiriyor. Onu sevdiğini sanıyor. Onun onu sevdiğini sanıyor.
İnsanlar değiştirdiklerini seviyor, değiştirmediklerinden kaçıyorlar dedi. İnsanların kalpleri
taşlaştığını düşünürdü bazen.
Bazen kendi bile öyle olduğunu düşünürdü. TAŞ.
Düşünceleri, fikirleri, hissettikleri koca bir taş bazıları ufalar öyle gider bazıları kenarı bırakır
dedi
En çok sevdiği kırınca taşa dönüşür insan
En çok o zaman boş, donuk, yersiz ve hissiz bakar.
O an başka anı yaşar, görür ve hissederdi.
Yağmur, çamur, salıncak.
Hayatın gerçekleri bunlardı.
Biri arındırır, biri bular biri güldürür ha bir de susatır.
Biri kapkara yapar elleri kimini yine arındırır.
Kimi yağmura yüz çevirmiş dedi.
Kendi bataklığı olan kendi sonunu hazırlar, bu hep böyleydi.
Arınmayı bilmeli insan ara sıra çıkıp silinmeyi
Ara sıra aramayı kendini, sevdiğini, kırdığını dedi.
Bir kelebek gelip eline kondu. Kelebekleri çok severdi.
Herkes bir gün yaşadığına inanır kendini kandırırdı o biliyordu.
Kelebek olması gereken en iyi olunca ölüyordu.
Tüm süreçlerin mükemmel bir sanat eseri, kelebek tüm güzelliğiyle yanından ayrılıp uçmaya
devam etti.
Yumurta, tırtıl, pupa, kelebek bu sıralamayı yaptı içinden.
Acaba en çok hangi döneminden sıkılmıştır, acaba o bu kadar güzel olduğunu biliyor mu tırtıl
dönemini hatırlıyor mu?
Keşke ona sorabilseydi ama ne yazık ki kelebek çoktan uçup gitmişti.
Hayatın o an uçup gittiği gibi.
Bazen her şeye geç kalırdı, kendine bile. Ne zaman kendime geç kalıyorum, hangi yönüm
eksik diye aklından geçirirken ‘çoğul’ dedi. Tek değil bir çok şey vardı hayata dair
cevaplanmamış, tamamlanmamış sorgulanmamış yönler
O abartarak severdi, gülerdi ve abartarak giderdi. Son zamanlarda insanlarda ondan
abartarak gitmeye başlamıştı. Sevgiyi büyütmek yerine yalnızlıkla kendini büyütüyordu bu
aralar.
Öylesine yalnız ve kimsesizdi ki insanın insanlığına susar bir hali vardı.
Montu çamura bulanmıştı içinden yine aynı kelimeleri geçirdi
Yağmur, çamur, salıncak
Herkes yine de arınmayı bilmeli günü gelince kalbindeki çamuru silmeli dedi.
Çamurlu kalpler her yere çamurunu bulaştırırdı.
Sevgisizliğin virüsü, kötünün pisliği o kadar lanet ki dedi içinden, sarmaşık gibi dönüp duruyor
insan sonra kendine dolanıyordu.
Akrep gibi sokmadan gerçeğine dönmeli dedi.
Akrep gibi ölmemeliydi kimse.
İnsanların beynine girebilmeyi dilerdi, onlarda bu kadar konuşuyor bu kadar sorguluyor mu
acaba diye düşünürdü. Düşünceleri sadece boştu sanki hiçlik.
İnsanlara anlatmayı düşündü birçok kez sonucu hep hiçti.
Aynı frekansı ararken kayboluyordu,
Ona göre insanlar radyo gibiydi. Bazıları sadece bazı şehirlere bazı yerlere özeldi
Sende bana özelsin diye mırıldandı. Olmayanın varlığına bir kez daha aşkla.
O aşkı âşık gibi beklerdi.
Hiç odaklanamadı hayata, hiç o anda kalamadı. Bazen o anlar geldi ama o anları bile
sorgulardı.
Güzel anları geçmiş ya da gelecekle savurarak yok ediyordu.
Yürümeye devam etti, düşünmeye, olur olmadık şeyleri sorgulamaya ama hiç bir yerde
kalamadı.
O gelene kadar yönsüzdü, mıknatısı bozulmuş pusuladan farksızdı.
Evin yolunu çok iyi bilse de farklı yollarda kaybolurdu. Farklı düşünce, farklı ev, farklı
saatlerde bulurdu kendini. Bazen hiç olmadığı kadar sabah bazen en karanlık geceden
karanlıktı. Onun aydınlığı, karanlığı kendineydi.
Bugün hangi yolda kaybolmuştu çözemedi. Bazen birileri gelir seni çözdüm derdi. Anlatsana
o zaman derdi. Çünkü hala o kendini çözememişti.
Mine sordu. Ben kimim, neyim, neredeyim.
Ne olursa olsun bunların cevaplarını vermeli insan dedi. Yorgun olduğun anlarda,
umutsuzsan, sevgiyi bulamadığını varsayıyorsan sor kendine dedi.
Kendine sordu yanıt yok.
Neydi, kimdi. Bunları akşam düşünürüm şimdi yeşili sevmeliyim dedi. Bazıları yeşili
anlamazdı, bazıları maviyi hissetmezdi, bazıları yağmuru istemezdi dedi.
Ben bu renkler için ne yapıyorum?
Mavinin mavi, yeşilin yeşil, insanın insan kalması, evcilleşmesi için ne yapmalıyım dedi.
bir gün gerçek olsa yeşil yeşil, mavi mavi kalsa dedi.
Hissettiğini varsayarak değil tüm gerçekliğiyle kabul edip duygularımızı anlasak
Hissi hisseden beynim, yaşayan beynim, yanlış anlayan varsayan beynim, tüm sorunlusu
benim. Doğrular değişir, gerçekler hep aynıdır dedi. Bu söz neyi anlatırdı tam bilmese de
söyledi bazı sözler anlamlı gibi görünen kara deliklerdir. Bizi kendi içine çekip kaybettirir o
bunu bilse de kayboluyordu.
Hem yalnız hem yalın hem duruydu bugün..
Ruhunu tamir etmeyi çok bilirdi ya da sadece avutmayı.
Bugün de kendini tamir ediyordu ama bazı yaraların izi çok yoğundu.
Bazı yaralar dedi durdu anahtarı deliğine takıp evine girdi.
Bir bardak su içip pencerenin kenarında yerini aldı.
Yağmur pencerenin kirini akıtsa da çamur oradaydı.
Birinin onu temizleyip arındırması gerekiyordu.
Kendi zihnini düşüncelerini arındırdığını düşünürken bir kez daha anladı.
Her şey orada. Her şey bulanmış tüm kirler birbirine karışmış. Aklında birden o ilk kırıkları
geldi. Sonra ikinci. Arkadaşları dostları aşkları..
Zihninin içinde dönen çamurlarda buldu kendini, keşke çömlek ustası olsaydı. Belki o
çamurları düzeltmeyi bilirdi. Bazı insanların içleri o kadar kuraktı ki çölleri hep onlarla
beraber ıssızlıkları ve sevgisizlikleri yüzünden tüm bencillikleri kötülükleri
Mine ağladı
Yağmur neler hatırlattı. Çamurlar bir kere bulaştı her yerine.
Duş almak için banyoya gitti.
Aynaya bakarken saçlarından yağmur damlaları, gözlerinden geçmiş çamurları akıyordu.
Üstünü çıkardı. Aynaya uzun uzun baktı. Boşluğa bakıyordu sanki.
Duşa girdi yine su damlaları bu sefer ılık ılık
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Hayat neden böyleydi anlamsız soğuk ve ıssız.
Ama duş sıcaktı.
Bornozunu giyip evde çıplak ayak dolaşmaya başladı.
En sevdiği şarkıyı açıp dinlemeye başladı.
Akvaryumdaki balığına yem verdikten sonra suyun üzerinde elini gezdirdi. Akvaryumdaki
balıkları her zaman insanlara benzetirdi. Sokaklarda, mahallerde, şehirlerde aynı döngüde
yaşayan insanlara O minik akvaryumda yaşayan balıklar bile bizden çok daha şanslıydılar.
O akvaryum boyu yüzer dururlardı.
Bizim akvaryumumuz onlarınkinden büyük ama biz hep aynı yerdeyiz deyip iç geçirdi.
Kocaman dünya da minik sınırlarda yaşıyoruz, benim akvaryumumun büyüklüğü ne kadar
acaba kaç kilometreyi soluyorum içime, özgürlüğü ne kadar çekiyorum ruhuma?
Bir evde, bir şehir de tutsaktı bazı anlar gidip gelse de, döngüler aynı
Hızlıca giyindi, ağzına karanfil atıp evden çıkarken geride duvarlara çarpan düşünceleri
kalmıştı.
...
Yorumlar
Yorum Gönder